Merhaba, ben Hüseyin Babacan. İlgilendiğim alanlarda özgün içerikler üretmek ve bunları size ulaştırmak amacıyla www.hbyazar.com’u kurdum.

Kimdir bu Hüseyin Babacan?

Karanlık bir gecede elimde kağıt ve kalem ile buldum kendimi, kimsenin bilmeyeceği kadar uzak ve sessiz, ancak beni sorgusuz sualsiz anlayabilecek kadar derin ve yakın bir kuytuydu benim için. Hayatın tüm acısını, tatlısını yazdım. Cebinde sürekli birkaç parça kağıtla dolaşan bir adam oldum. Bazen yemeğimin ortasında, bazen gecenin homurtusunda, bazen serseri ıslıkları arasında,
durmadan yazdım.
Ben dünyayı, dünya beni anlamadıkça,
Kendi yüzüm, kendiyle çarpıştıkça.
Güldükçe, ağladıkça
Bazen, insanlığımdan utandıkça,
Elim, kalemime uzandıkça.
Hep yazdım.
Şimdi ise kağıtlarda yazılanları, ışıklı ekranlara aktarmaya çalışacağım.
Ve bunu tutkuyla ve sadakatle yapmaya özen göstereceğim.
Dilerim ki; benim yazmaktan keyif aldığım kadar, siz de okumaktan keyif alırsınız.
Ben buyum,
Sanırım bu kadarım.
Bu cızırtılı dünyada, kendinize iyi bakın.

Tutku

Tutku. Bazen bir kış uykusu arasında keskin kahve kokusu,
Bazen yağmurlu bir günün altında hafif adımlarla yürümek, bazen bir kısrağın sert adımlarının tozu dumana katması. Tutku, bir bakarsın gözlerin ateş fırtınası. Bir bakarsın içleri cehennem oyuğu.Yaşama, mutluluğa, sevmeye, kazanmaya ve hatta ölmeye derin bir tutku içindeyiz. Gece ansızın balkonda ciğerine çektiğin nefes bir tutku, gözlerini kapatıp düşlediğin hayat. Çocuklarına yemek yapmaktan yorulmuşken  gülümsemelerine bakıp değer dediğin an bir tutku. Aslında bu dünyanın sahte girdabına kapılıp tüm benliğimizi bir tufanla çevirdiğimiz zamanlarda sis bulutunun içine dalan, korkusuz bir an tutku. Senin, benim, onun esas benliği. Varlığımızın ve hatta yokluğumuzun anlamlı yanı. Ve bu yazı da tutkuyla yazıldı. Neyi severek, yürekten isteyerek ve derin bir umutla yapar isek yani neyi TUTKU ile yapar isek en güzeli olmasa da tamamıyla size ait olacağına ve o toz bulutlarını yaracağına emin olun. Çünkü bu sizsiniz. Bu benim. Bu hepimizin kalbinde bir parça. Söyleyemediğimiz her şey, gidemediğimiz her yer. Bu yüzden ayakkabısını boyarken bile tutkuyla yapmalı insan. Yaptığı her şeye anlam katarak en iyi şekilde ve bütün benliğiyle yapmalı. Şunu unutmamalı; bir yemeğin en az ve en zahmetsiz yanı şüphesiz baharatlarını eklemektir, ancak yemeği yemek yapan o baharattır, atılan tuzdur. Kısaca hanımlar, beyler. Çok sevgili bir büyüğümün de dediği gibi: Az çoktur. O yüzden, azı da çoğu da, bugünü de yarını da tutkuyla yaşayın. Dolun önce, sonra da taşın. Ne yaparsanız yapın ama inanın. Hayat güzelleşecektir. İnanırsan eğer, tüm dünya, tüm bulutlar gökyüzündür, senindir. Ve unutma cesaret inancın kefilidir.

Sadakat

Sadakat… Ne kadar kısa bir kelime, böyle küçük kelimelerin, böyle derin anlamlara sahip olması.. Doğrusu insanı şaşırtıyor. Peki nedir sadakat? Mesela, bir kadını veya erkeği aldatmamak mıdır? Sadakat, arkadaşlar; var olmakla eş değerdir, insan önce kendinde var olur, en kirli düşünceler, bir ayna karşısında vücut bulur, engin denizlerinde kaybolurken insan, önce kendine sadık olur. Çünkü bilmelidir ki, insanın en büyük dostu da, düşmanı da kendisidir. Ama ne yapar insan; bir sonbahar akşamında, acizce titreyen cılız bir dal gibi incecik bırakır kendini. Başta, kendine sadakatinden kuşkuludur. Sonra, yaptığı işe sadık olmaz, sonra yanındaki kişiye sadık olmaz. Peki ne yapmalı? Önce, dürüst olmalı kendine; olmalı ki neye sadakat duyuyorsun bilesin. Sonra, hayatın silleleri arasında sadık olduğun şey için ölümüne direnmelisin. Unutmayın! Aslında vazgeçmeyenler kazanmaz; vazgeçenler, öyle güzel vazgeçmiştir ki, vazgeçmeyenlerin ödülü zafer olmuştur. O yüzden, vazgeçip savaşı kaybedenlerden olmayın. Hayat seçimlerini yaptırırken bizi öyle zora sokar ki. İnsan yenilmekten öyle korkar ki. Tüm umudunu derin bir gaflet içinde kaybedebilir. Ama işte sadakat, tüm o zorlukların yanında derinden hissettiğimiz o bağdır, bir minnet borcu, elzem bir haykırıştır. Bu yüzden önce kendinize sadık olun. Rotanız okyanusun en azgın sularında bile şaşmasın, zaten okyanusu aşanlar, denizin sularında kolay kolay boğulmazlar.

Hüseyin Babacan